turkleri anlama kilavuzu – ydü sözlük – kibris ta bir sözlükcük | artik haber daha yakin
araba daki naylon mufazası en güzel örnek.

(not: yukardaki entry'de varsa kusura bakmayın,çok uzundu bitiremedim)
zeki kayahan coşkun'in kitabı.. şöyle özetlemiş bizi kitap:

1- denize kıyısı olmayan yerlerde gerçekleştirilen dinlenceye tatil denmez...

2- denize girmeye karar vermiş kişinin "suya alışsın" diye ıslatılması normaldir... aynı kişi ıslatılırken beliren "atla atla daha çabuk alışırsın" talebi hiç de tuhaf değildir...

3- çocuk yüzmeyi çabucak öğrensin diye, babası tarafından kucaklanıp denize atılır... çocuğun yapma, etme demesi dikkate alınmayabilir...

4- garsonlara sipariş vermek için göz teması yakalamaya çalışmak gereksizdir... garsonlar, müşteri dışında her şeye bakarlar, ama müşteri seslenmeden sipariş almak için masaya gitmezler...

5- lokantada, restoranda, çay bahçesinde vs... kimse oturmasa da "bu sandalye boş mu, alabilir miyim?" denilmemelidir. o sandalyenin görünmeyen bir sahibi mutlaka vardır... ve genelde tuvalettedir...

6- açık havada sigara içerken, kül tablasındaki küller rüzgara kapılıyorsa, bir peçeteyi kül tablasına yerleştirip, üzerine su dökmek, rüzgara yapılmış en iyi naniktir...

7- hesabı ödemek durumunda kalan kişi, hesabı ödemek için gereken işlemi masanın altında yapar... cebinden parayı çıkarır, bacaklarının arasında gizlice sayar ve ani bir hareketle hesap pusulasının içine parayı koyar... hesap pusulasını da masanın üstüne...

8- her pazartesi sabahı ve cuma okul çıkışı, bayrak töreni öncesinde, okul müdürü "evladım konuşmayı kes, arkadaki oğlum önüne dön, öndeki arkana dön, sırayı bozma, bak hala konuşuyor, kime diyorum vs..." bağrışlarıyla müdür olduğunu hisseder, hissettirir...

9- sınıfta sözlü için ayağa kalkan öğrenci yerine oturmadan önce dikkat etmelidir... arkada oturan öğrenci, sözlüye kalkan öğrencinin oturağına ayağını uzatabilir, sıra üzerine kalem, kalem kutusu, silgi koyabilir... dikkat edilmediği takdirde, ilgili öğrencinin kalçasında acı hissetmesi mümkündür...

10- sınav başlamadan önce, sıra üzerine koyulan çantalarla, öğrencilerin iki komşu ülke gibi etkileyici bir sınırla ayrılmaları, öğretmenin öğrenciler kopya çekmesin diye aldığı bir önlemdir...

11- sınav kağıtları dağıtılırken, sınıf içerisinde yer alan öğrencilerden biri "hocam istediğimiz yerden başlayabilir miyiz?" sorusunu mutlaka sorar... ve bu soruya öğretmenler "evet" yanıtını vermekten çekinmezler... çok iyi bilinmelidir ki, bu soruyu soran öğrenci sınavdan asla iyi not alamayacak öğrencidir... kopya çekme ihtimali yüksektir... dikkat!..

12- sınav anında kolay kopya çekmenin en iyi yolu, öğretmeni oyalamaktır... en çok kullanılan yöntem "hocam ikinci soruda ne yazıyor, okuyamadım" veya "hocam dördüncü soru silik çıkmış, anlayamadım, bakar mısınız?" demektir... bu uyanıklığın farkında olan ve kendine toz kondurmayan öğretmenler soruyu şöyle savuştururlar: "ne yazıyorsa odur, anladığın kadarını cevapla..."

13- öğretmenin not vermeye bahane aramasının, not defterine resmi olarak aktarılmış haline kanaat notu ve dönem ödevi notu denir... dönem ödevi hazırlamak ansiklopedideki bilgileri düzgün bir şekilde kağıda olduğu gibi geçirmekten başka bir şey değildir.

14- din bilgisi ve ahlak kültürü dersine giren öğretmenlerin hepsi bıyıklıdır...

15- bazı öğretmenler; kız öğrencilerin kırmızı, erkek öğrencilerin ise mavi kaplıkla defter ve kitaplarını kaplamalarını isteyebilir... kimin hangi cinsiyete dahil olduğu iyice belli olmalıdır, sonra bir karışıklık falan olur!..

16- iletki, gönye, pergel gibi araçlar kullanılmasa da öğrencilere aldırılır...

17- bir öğrencinin, öğrencilik hayatı boyunca bir silgiyi silmek eylemini gerçekleştirerek bitirmesi mümkün değildir... bütün silgiler, bitmeden kaybolmaya programlanmıştır...

18- okulların çoğunda tuvaletler berbattır... sabun ve sabunluklara rastlamak, deveyle sincabın evlenip, mürüvvet beklentisine girmesi gibi bir şeydir...

19- üniversitelerde eğitim, fotokopi sistemi üzerine kurulmuştur... görerek, deneyerek, yaşayarak laboratuar ortamında öğrenmek her öğrencinin yakalayabileceği bir şans değildir... ve her sınıfta, anlatılanları harfiyen yazan bir öğrenci mutlaka vardır... bu öğrenci kullanıldığını hissetse de, yazdıklarını paylaşmadan edemez...

20- gözünü para hırsı bürümüş bazı üniversite öğrencileri mevsimleri bahane ederek (kışa merhaba, yaza nasılsın bebeğim partisi...) partiler düzenlemeyi görev bilip, parti duyurularını okul panosuna asarlar... başlı başına sektör haline gelen bu "parti"cilikten zengin olan öğrenci yoktur...

21- üniversite öğrencisi, üniversite için sayıdan başka hiçbir şey ifade etmez... sınıf mevcudu 80 ise, o yokken 79 olur... harç yatırmak ve kayıt tazelemek için bile kışın soğuğunda, yazın sıcağında eziyet çekilmezse üniversitenin bir anlamı kalmaz... ve öğretim görevlileri öğrencilerinin çoğunun ismini bilmezler... bu da üniversitelerin ne kadar soğuk bir eğitim-öğretim kurumu olduğunun net göstergesidir...

22- vitrin, gümüşlük gibi ağır eşyaların altındaki tozların alındığı, evin günlerce tülden halıya, halıdan, yatağa fevkalade dağıtılıp, ardından toplanmasıyla gerçekleştirilen temizliğe "bayram temizliği" denir...

23- misafire ikram edilen gıda dışarıdan alındıysa, bu hissettirilmemek için çabalanır. misafir satın alınan zeytinyağlı dolma için ev sahibine "nefis olmuş, elinize sağlık" derse, bu övgü kabul edilir, abartıp dolmanın tarifini verenler de vardır...

24- ev sahibi; misafirin utandığından rahat yemek isteyemediğini düşünür... "az olsun fasulye" ricası bu yüzden, tabak ağzına kadar fasulyeyle doldurularak karşılık görür...

25- tüm ısrarlara rağmen misafir hala "yemeyeceğim, yeter!" diyorsa ev sahibi son kozunu değerlendirir ve ilahi gücü cümle içinde kullanıp "bak allah'ın adını verdim..." diyerek misafiri köşeye sıkıştırır...

26- çay içildikten sonra, çay bardağı üzerine ters çevrilmiş olarak koyulan çay kaşığı, kişinin artık çay içmek istemediğinin işaretidir...

27- evle bağı olmayan, eve dışardan gelen kişinin giydiği terliğe misafir terliği denir...

28- misafir uğurlanırken, ev sahibi baba da dışarı çıkar... son ana kadar misafirin yanında yer alır, misafir arabasına binmiş yol alırken el sallar... kimi anneler bu gibi durumlarda, heriflerinin yanında yer alırken, kimileri misafirlerle pencereden göz teması kurmayı tercih eder...

29- anneler mutfakta kokusuyla cezbeden yemekler hazırlarken, çocuklar mutfağa kadar gelip köftenin, böreğin, etin vs... tadına bakmak istediğinde "bereketi kaçar" diyerek uzaklaştırılırlar... bereketi kaçacağından korkulan gıdaların büyük kısmı, ertesi gün çöpe gider... sahiden de bereketi kaçar... çöpe doğru tabii...

30- süper marketlerde sepete doldurulan her ne varsa, ödemesini yapmak için kasa önündeki uzun kuyruklarda dakikalarca uslu uslu beklenir. parayı almak için müşteriyi bekleten küçük esnaf olursa tepki gösterilir...

31- iş yerinin açılışının yapıldığı gün, satılan ilk üründen elde edilen para, çerçeveletilip uğur getireceği inancıyla duvara asılır...

32- esnaflar, tüketicinin nakit sıkıntısına düştüğü anlarda talep ettiği veresiye kavramına sıcak bakmazlar."veresiye veremem... ardın sıra gelemem...gelsem de bulamam...bulsam da alamam..." gibi bir çok sözü, kağıt üzerine yazıp, dükkanın görünen kısmına asarak, bu konudaki fikirlerini iletirler...

33- dükkan önünde tavla, futbol oynayan esnaf, müşteri gelmediğinden dolayı zamanı değerlendirmek gibi bir hevesin peşine düşmüştür...

34- "üzerinden araçlar geçsin de temizlensin..." amacıyla caddeye atılan paspaslar iş yerlerine aittir...

35- ismi bilinmeyen her çocuğa "küçük" diye seslenilir... çocuk duymadıkça küçük uzatılarak söylenir ve ara ara "şişşşt" eklenir: "küçük... şiştttt... küçüüüüüüüükkkk..."

36- yıkanma yetisinden yoksun çocuk, annesi tarafından yıkandığında suyun azami sıcaklıkta olmasına özen gösterilir. suyun sıcaklığı arttıkça çocuğun temiz olma hali de artmaktadır. yaygın bir anne inanışına göre; su sıcaklığıyla çocuk temizliği arasında doğru orantı vardır...

37- anne, baba arasındaki tartışmalarda çocuk babasından yana taraf olursa, annenin "o babansa ben de annenim... hep onu tutuyorsun..." serzenişi mümkündür...

38- akrabaya, eşe, dosta ziyarete gidildiğinde çocuk önüne koyulan gıdalara, ilk defa görmüş gibi saldırırsa, iştahının açıldığı anne tarafından ifade edilir ve özellikle "evde olsa yemez..." vurgulanır...

39- "misafirlere hoş geldin dedin mi?.." çocuğa yaşatılacak en büyük kabuslardan biridir... gelen misafire, ebeveyne göstere göstere "hoş geldin" deyip, kabustan kurtulmak gerekir...

40- evin ekmek ihtiyacı hep seyredilen en güzel filmlerde belirir... çocuk ekmek almayı reddederse "sen dururken ekmek almaya annen mi gidecek?" demagojisiyle köşeye sıkıştırılır, ikna edilir...

41- kolunu inciten, düşen, yaralanan çocuk annesine, babasına ağlayarak koşup acısını paylaşmak istediğinde terslenme ve pataklanma ihtimali vardır...

42- kolonya çocukların kafasına, büyüklerin ellerine dökülür ikram edilirken. kolonyanın kafasına dökülmesine alışmış çocuk, avuçlarında buluyorsa artık kolonyayı bu çocukluğunun bittiğini, büyümeye başladığını gösterir...

43- otobüsteki koltuğunda otururken, yer vermek istemeyen bir gencin sıkça başvurduğu yöntemdir; uyuyor numarası yapmak... bunu sezen yetişkin yolcuların bir kısmı önce "cık cık"layıp, sonucu değiştiremezlerse "bir de genç olacaklar"a başlayıp, susmazlar...

44- cep telefonuyla konuşmanın yasak olduğu toplu taşıma araçlarında, bu kurala uymayana yoğun olarak tepki gösterir diğer yolcular. üzerine kırmızı çarpı atılmış cep telefonu işareti, bir halkı böylesine bütünleştirebilmektedir...

ve hiçbir parti amblemi yoktur ki, farklı düşünce yapısındaki bu kadar kişiyi bir araya getirsin, örgütlesin!..

45- bir otobüsün çevre dostu olduğunu ifade etmek için, otobüsü yeşile boyayıp, üzerine birkaç kır papatyası çizmek kafidir...

46- durakta değil de her el kaldıran yolcu gördüğünde duran otobüse halk otobüsü denir... halkı kırmaz, durur...

47- bilet yokken belediye otobüsüne binilmek istenir ve bu durum şoföre "biletim yok, bir sonraki durakta alıp atsam" olur mu şeklinde iletilirse, şoförün cevabı "bana değil, yolculara sor" olur... otobüste mini referandum gerçekleşir, yolcular oy çokluğuyla "olur" derse, biletsiz kişi, bir sonraki durakta bilet tedarik etmek şartıyla otobüse binebilir...

48- şehirlerarası yolcu taşıyan hemen her otobüste "artık konuğumuzsunuz... faruk turizm, seyahatte çizgi ötesi" kıvamında dimağın algılamakta güçlük çektiği bir çok slogan vardır... otobüsün birkaç koltuğunun geriye yatma mekanizması bozuk olsa da, sloganın önemi azalmaz...

49- şehirlerarası otobüs yolculuklarında kan bağı yoksa (karı koca, yeğen yenge gibi...) bayan yanına erkeğin oturması firma tarafından kabul edilmez...

50- minibüste, şoförle herhangi bir sebepten dolayı arası açılan kişi indikten sonra, minibüste bulunan yolcuların bazıları şoföre destek olmak adına "uyma oğlum sen ona sabah sabah... iki adım yürüsen ölür müsün sanki..." diyerek garip bir tutum sergilerler... o kişi minibüste olmadığından "iki adım yürüsen ölür müsün sanki?" benzeri sorulara cevap veremez haliyle...

51- yolculuğun başlaması için, yolcunun önce binip sonra indiği bilindiği halde minibüste en kısa mesafe ücretine "bindi-indi" değil, "indi-bindi" denmektedir...

52- "türk halkı gazete okur, yeter ki yanında gazete okuyan birini görsün..."

53- tren rayları üzerine madeni para, çivi ve benzeri metal nesneleri koyup, tren geçtikten sonra bunların dümdüz olduğunu görmek çocukları mutlu eder... bu çocukların bazıları hızla giden trenlere taş atmayı da oyun zannederler...

54- araç şoförünün hemzemin geçitte, selektör yaparak hızla gelen trenin makinistinden yol istemesi şaşılacak bir şey değildir... ama makinist yol vermez!..

55- uçağa binerken veya uçakta beliren bazı "proje adamları" hiçbir şeyden memnun olmazlar... ve muhakkak ki kendi önerileri vardır, bunu da diğer yolcuların duyacağı şekilde bağır bağır anlatırlar...

56- "hadi" kelimesi anlamını kaybeder, düğüne gitme hazırlığı bittiğinde... ha bire, "hadi gidelim artık... hadi çıkalım..." denilse de, evden çıkmak öyle kolay değildir...

57- düğüne herhangi bir sebepten dolayı gidermeyenler, evlenenlere ayıp olmasın diye, küçük tefek bir hediye alarak "ev görme" adı altında yeni çiftlerin evine giderler...

58- gelin arabasına dünürlerden kimin bineceği belirlenirken gerginlik yaşanabilir... araba 4-5 kişiliktir, ama arabaya binmek isteyenler sayısı fazladır...

59- tüm düğünlerde damat yolunacak kaz gibi görülür. bıçak kesmiyor, kapı açılmıyor, deklanşör basmıyor, giden dönmüyor ve daha bir çok olumsuzluk öne sürülerek, damattan para tırtıklanması amaçlanır...

60- düğün salonunda halay ekibi, önce pistte çember oluşturarak coşar. ardından masaların arasından geçerek halaya yeni kişiler alınır. en sonunda düğün salonunun duvarları boyunca halay çekilir. ve nihayet halaydan kopmalar başlar... halay ekibi dağılsa da, 2-3 kişi şuurunu kaybetmiş şekilde halay çekmeye devam eder... çok sonra anlaşılır ekibin dağıldığı...

61- düğün kaseti ve fotoğrafları eve gelen misafirlere her fırsatta göstermek için el altında bir yerde bulundurulur... misafirin sıkılma ihtimali, ilgilenmeyişi önemli değildir...

62- evlenirken hatıra olsun diye, fotoğrafçıda şekilden şekilde girerek poz verir gelin ve damat... ilk sert kavgada ortadan ikiye yırtılan, kavga hali geçerse bantla tekrar yapıştırılan fotoğraflardır bunlar... ilişki kıvama gelene dek "yırt, yapıştır..." kararsızlığı sürer...

63- gelinin belinde yer alan kırmızı kuşak bekareti simgeler... damadın elbisesi üzerinde renkli bir çaput parçası, herhangi bir işaret olmadığından cinsel geçmişi konusunda bir fikir yürütülmesi mümkün değildir...

64- ağrıyan yere sıcak tuğla koyulması... isıtılmış çay bardaklarıyla sırtın çekilmesi... paslı çivi batan yerin sert bir cisimle dövülmesi... dinmeyen baş ağrısı için patates kesilip alına, baş örtüsüyle sarılması... yanık için diş macunu, salça kullanılması... kafa bir yere çarptığında çiğnenmiş ekmek içiyle şişmesin diye ovalanması... ayak burkulmalarında sızıyı alsın diye biftek kullanılması "kendi kendinin doktoru olma"nın en bilindik yöntemleridir...

65- doktor reçeteye ne kadar çok ilaç yazarsa, hasta için o kadar değerli olur...

66- bütün ilaçlar buzdolabında saklanır... buzdolabının kola, su, gazoz koyulan bölgesi ilaçlara yetmeyince; ilaçlar yumurta koyulan alanda yumurtalarla ve kurumuş yarım limonlarla komşuluk yapar...

67- eczaneden prezervatif almak gurur meselesi haline getirilir... "sadece prezervatif alsam ayıp olur..." düşüncesiyle önce birkaç basit ağrı kesici istendikten sonra kısık sesle istenir prezervatif... utancına yenik düşüp, çocuğunu eczaneye göndererek prezervatif edinmek isteyenler kağıda en bozuk haliyle "prezvatif... pirezantif... pireztif... pirsnakif... piresanaif" yazarlar, doğru yazdıklarına rastlanmamıştır...

68- faaliyet göstermelerine sağlık bakanlığı izin verdiği halde, özel hastanelerden alınan raporlar okul, iş yeri gibi kurumlarca kabul edilmemekte, "bu işin içinde bir iş var" düşüncesiyle özel hastane raporları ciddiye alınmamaktadır...

69- doktor ve eczacılar yaptıkları işi her fırsatta dile getirmekten keyif alırlar... bu kişilerin, arabalarında bile "doktor, eczacı" oldukları ön camın üst köşesine yapıştırılmış amblemle herkese gösterilmektedir... ki toplum genelinde "kim doktor, kim eczacı acaba?.." kaygısı yoktur...

70- bir aracın zar zor sığdığı sokakta, arabanın içerisinde bulunan kişinin, dışarıda bulunan biriyle samimi bir sohbete girmesi, sokak trafiğini etkilese de, biraz sabredilmelidir, sohbet birazdan bitecektir...

71- kullanılan araba kişilikle bağdaştırılır... aracı sollanan kişi, buna bozulabilir... rövanşı almak uğruna mücadeleye girer, kendisini sollayan aracı bir süre sonra sollarsa rahatlar, huşu içerisinde günü tamamlar... aksi düşünülemez!..

72- belediyenin yaptığı kazı çalışmalarında kullanılan iş makineleri etrafında kalabalığın toplanmasını sağlar... iş makinelerinin temposuna hayran olan fertler, saatlerce kazı çalışmalarını seyredebilirler... çok geçmeden bazılarının çalışmaya katılıp "topla gel, indir, kaldır, hopppp dur..." demesine az kalmıştır...

73- kavga başlamadan önce el, bir uzuv olarak tahrik eder... "bana el kol yapma, o eli indir..."in kavga öncesinde söylenmesi bunun kanıtıdır...

74- dükkanının önüne araç park edilmesinden usanan esnaflar; park edilmesi muhtemel yerlere "bidon, yağ tenekesi, sandalye, koltuk, taş, terazi..." koyarak, bu sorunu çözerler...

75- sokak ortasında aşka gelip sevişen, kedi, köpek, at gibi hayvanlar öncelikle "hoşt, kışt, pişt, aloooo" denilerek uyarılır... sevişme halinin devam etmesi durumunda hayvanlar sopa benzeri bir cisim kullanılarak ayrılır...

76- adres bulmaya çalışırken çok ısrarcı olunmamalı... adresi bilmesine rağmen, o gün keyfi yerinde olmayan biri "ben de buranın yabacısıyım" soğukluğuyla işin içinden sıyrılabilmektedir... fakat araca binerek, bildiği adrese kadar zor durumda kalan kişiyle gidip, yardımcı olan biri çıkabilir...

(alıntıdır)